top of page

Ruh Sağlığı Alanındaki İlk Çalışma 
“Ebu Zeyd El- Belhi”

Fatma Hanedan

Psikolojik Danışman - Yazar

Bu yazımızda İslam Filozofu Ebu Zeyd El- Belhi’ nin yaşamı, çalışmaları, beden ve ruh sağlığı alanındaki önemli eseri olan “Mesalihu’l- Ebdan ve’l- Enfüs” hakkında bilgiler sunacağız. Bu eser beden ve ruh sağlığı alanında kıymetli bir muhtevaya sahiptir. Öyle ki Belhi, kendisinden önce beden sağlığına dair yeterince kitap yazıldığı halde kendisinin müessiri olduğu bu esere kadar ruh sağlığıyla ilgili kayda değer bir eser verilmediğinden söz etmiştir. Ayrıca bu eser psikolojik sağlıkla ilgili konuların kendisinde toplandığı ilk tıp kitabı olma ayrıcalığına sahiptir. Belhi’den önce hiç kimse psikolojik tıbbı ve psikolojik sağlığı tıbbın bir dalı yapmamış, aynı zamanda ona diğer tıp dalları içerisinde müstakil bir yer tayin etmemiştir.

Günümüzde psikoloji biliminin doğuşu on dokuzuncu yüzyılmış gibi görülse de aslında bu bilimin doğuşu çok eski tarihlere dayanmaktadır. Günümüzde bunun bu bilimin ortaya çıkışında Batı öncü olarak bilinse de aslında psikoloji biliminde tarihte ilk çalışmaları büyük İslam filozofları ve İslam alimleri sunmuştur. Bu hakikatin en güzel örneklerinden bir tanesi Belhi ve ruh sağlığı hakkında eseri olan “Mesalihu’l- Ebdan ve’l- Enfüs” tür. Belhi, 850 yılları civarında yaşamış, birçok alanda ilim sahibi olduğu gibi beden ve ruh sağlığı alanında da önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Psikolojik kaynaklı durumlar hakkında ilk konuşan Belhi’ nin şuandaki psikoloji bilimi ile uyuşumu nasıldır diye soracak olursanız, diyebiliriz ki; “Belhi’ nin psikolojik rahatsızlıkların sebeplerine yönelik düşüncelerinin bugün bu türden hastalıkların sebepleri hakkındaki görüşlerle paralellik içindedir."

İslam medeniyetinin en parlak olduğu dönemlerde “psikoloji ilmi” hakkında kıymetli çalışmaların olduğu mühim bir gerçektir. Zira psikoloji biliminin doğuşu Batı Medeniyeti içerisinde temelleştirildiği hakkında bilgi sunumu olsa da; İslam medeniyetinde psikoloji ilmi hakkında 8. yy. da dahi geçerli çalışmalar ve buluşlar gerçekleştirilirken; neredeyse 19. yüzyıla kadar Batı medeniyetinde bu konuda geçerli bir çalışma sunulmamıştır. İslam dışında birçok kadim medeniyet psikolojik rahatsızlık yaşayan kişileri toplumdan uzaklaştırıyor, bu insanların kafalarını deldiriyor, hatta içlerine şeytan kaçtığı düşüncesiyle diri diri yakıyordu. İslam Medeniyetinde ise bu durum tam tersiydi. Abbasiler döneminde dahi İslam medeniyetinde psikoloji ilmi hakkında önemli bilgiler sunulmuştur. (Belhi, bu konudaki sunulacak örneklerden sadece bir tanesidir.) Aynı zamanda 11. – 12. yüzyıllarda Selçuklu Devleti zamanında psikolojik rahatsızlık yaşayan insanlar Darüşşifalarda tedavi edilirken, o gün ki Batı’da diri diri yakılıyor, toplumdan uzaklaştırıyordu. Selçuklu Devletinden kalan bu kadim ilmi, Osmanlı Devleti de aynı önem ve özenle sürdürmekteydi. Öyle ki Osmanlı zamanında psikolojik rahatsızlık yaşayan insanlar Darüşşifalarda tedavi görürken, bu rahatsızlığı yaşayan insanların bulunduğu yer ve mevkilerden vergi alınmaz; toplumun, içlerinde yaşadığı bu insana yardım etmeleri istenirdi. Bu vakitlerde bile Batı’nın bu konudaki tutumu çok fazla değişmemiş ancak on dokuzuncu yüzyılda psikoloji ilmi hakkında geçerli bir çalışma yürütebilmişti.   

Bu yazımızda dikkat çekmek istediğimiz mihenk nokta, psikoloji ilminde ilk çalışmaların Batı medeniyetine değil, İslam medeniyetine ait olduğu gerçeğidir.  Naçizane bir nükte ile sözü bitirip, sizleri konu hakkında bilgilerin derlendiği yazıyla baş başa bırakıyoruz…

 “Tarih gerçekleri gizlemez, gerçeklerden bihaber kalan insanlardır.”

Fatma Hanedan

Ebu Zeyd el-Belhî Kimdir?

Horasan’lı bir filozof olan ve felsefe, tarih, coğrafya, tabiat ilimleri, matematik, astronomi, tıp, ahlak, psikoloji, siyaset, kelam, tefsir gibi alanlarda çeşitli eserler vermiş çok yönlü bir kişilik olan Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl el-Belhî  (ö. 322/934) İslam tıp tarihinin parlak ve olgunluk döneminde yaşamıştır. Belhî’nin yaşadığı hicri üçüncü asrın son çeyreği ile hicri dördüncü asrın ilk çeyreği, siyasi açıdan Abbasi devletinin zayıfladığı ve siyasi karışıklıkların olduğu bir döneme, düşünsel açıdan ise felsefi ve akli ilimlerin İslam dünyasına girdiği döneme tekabül etmekteydi. Belhî’nin muasırı olan ve kendileri de tıpla ilgili çeşitli eserler yazmış olan İbn Rabben et-Taberî, Yuhanna b. Maseveyh, Yakup el-Kindî, Huneyn b. İshak, Sabit b. Kurre, Kusta b. Luka, Ebubekir er-Râzî gibi isimler de tıpçı bilim adamlarının oranın da hayli fazla olduğu bu dönemde yaşamışlardı. Belhî, Kindî’nin öğrencisi olmuş, İbn Feriun, Ebubekir er-Râzî, Ebu’l Hasen el- Âmirî gibi isimlere de hocalık yapmıştır.

Başlangıçta dini ilimler tahsil eden Belhî’nin düşünsel hayatı hocası Kindî ile karşılaşmasının ardından çeşitlilik göstermeye başlamış ve felsefe, mantık vb. akli disiplinler de kendisinin ilgi sahasına girmiştir. Nitekim Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Belhî’den “hikmetin çeşitli dallarında doğunun efendisi olan bir kişi” olarak bahsetmektedir. Belhî’nin eserleri arasında yer alan Aksâmü’l-‘ulûm, Ahlâku’l-Ümem, İhtiyâru’s-sîre, el-Bedü’ ve’t-Târîh, Suveru’lekâlîmi’l-İslâmiyye, Kitâbü Şeraii’l-Edyân, Kitâbü Esmâillâh ve Sıfâtihi gibi eserler de onun çok yönlü kişiliğine işaret etmektedir. Fakat Belhî’nin eserlerinin neredeyse tamamının sadece ismi bilinmektedir. Bugüne ulaşan iki eseri, tıptaki tek eseri olan Mesâlihu’l-ebdân ve’l-enfüs ile coğrafya alanında yazdığı Suveru’l-ekâlîm’dir. Bunlara ilaveten bir de Ebû Hayyân et-Tevhîdî ile Fahrettin Râzî’nin kendisinden aktardığı bazı pasajlar bugün bilgimiz dahilindedir.

Belhî’nin hem düşünce tarzında hem de telif tarzında farklı alanları kendinde birleştirme gayretinde olduğu söylenebilir. Bunun ilk örneği, dönemin ana akım İslam düşünürlerinde de gözüktüğü üzere din ve şeriat ile felsefeyi uzlaştırma çabasıdır. Dolayısıyla her ne kadar kendisi hakkında bazı inançsızlık ithamları olsa da bunlar kendisini tanıyan kişilerce yalanlanmıştır. Mesâlih’de de görüldüğü üzere Belhî güçlü bir inanca sahip fakat hikmetin her türlüsünü aramayı kendine adet edinmiş bir insan olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefi düşünce bakımından Belhî’nin ağırlıklı tercihinin Aristo düşüncesi olduğu görülmektedir. İnanç açısından ise başlangıçta İmamiyye şiasının görüşlerini benimsemiş birisi olarak gözüken Belhî’nin düşünceleri sonradan değişmiştir. Fahrettin Râzî de Esmâü’l Hüsnâ şerhinde Belhî’nin mutezile ve filozoflar gibi sıfatları inkâr etmediğini, onun hem isimlerin hem de sıfatların varlığını kabul ettiğini, dolayısıyla görüşlerinin ehli sünnetin görüşleriyle uygunluk arz ettiğini zikretmektedir. Kitabın muhakkikinin de işaret ettiği üzere bazı yerlerde Belhî’ nin sanki fiili tabiata nispet ettiğine dair imalar bulunmaktadır. Fakat bu ifadeler mecazi bir karakter taşımaktadırlar. Belhî bu gibi yerlerde tabiat lafzıyla cisimlerde mevcut olan ve cisimlerin kendisi aracılığıyla tabii kemallerine ulaştığı şeyi kastetmekte, tabiatı asla tabiatçı filozofların yaptıkları şekilde Tanrı’dan bağımsız düşünmediği gibi filozofların yaptığı gibi Tanrı ile evren arasındaki bir aracı olarak da görmemektedir. Ona göre tabiat fiilin kendisine mecazen nispet edildiği bir sebepten ibarettir, hakikatte sebep olan ise Tanrı’dır.

“Horasan’ın Câhiz’ i” olarak tanınan Belhî aynı zamanda edebi üslupla felsefi düşünceyi bir araya getirebilen nadir şahsiyetlerden birisi olarak da gözükmektedir. Yâkût el-Hamevî bu durumla ilgili olarak “En önde gelen üç üslup sahibi yazarın Câhiz, Ali b. Ubeyde ve Ebû Zeyd el-Belhî olduğu konusunda edebiyatçılar arasında ittifak vardır. Bunlar arasından kelimeleri anlamlarını aşan kişi Câhiz’dir; anlamları kelimelerini aşan kişi Ali b. Ubeyde’dir. Kelimeleri ile anlamları örtüşen kimse ise Ebû Zeyd’dir” demektedir.

Belhî’nin bir arada düşünme ve uzlaştırma gayretinde olduğu diğer iki alan ise, beden ile nefs başka bir deyişle tıp ile ahlaktır. Belhî’nin Mesâlihu’lebdân ve’l-enfüs başlıklı eserinde yapmaya çalıştığı bu uzlaştırma çabası tıp tarihi bakımından önem arz etmektedir. Bu anlamda O, “tıp ve ahlâkı aynı ilmî disiplin çerçevesinde birleştiren anlayışın da İslâm dünyasındaki öncüsü durumundadır. Belhî bu eserinde insanın ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık olmasından hareketle hem bedenin hem de ruhun sıhhat ve hastalık durumlarını incelemektedir. Nitekim kendisi, beden sağlığına dair yeterince kitap yazıldığı halde bu eserine gelinceye kadar ruh sağlığıyla ilgili kayda değer bir eser verilmediğinden söz etmektedir.

Belhî’nin tıpçılığı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Bunun sebebi onun pratikte tabiplik yapmayıp sadece teorik tıpla uğraşması gibi gözükmektedir. Bu sebeple İbn Ebî Usaybia da Belhî’yi müstakil olarak zikretmemiştir. Buna bağlı olarak İslam medeniyetinin özellikle tercüme döneminde yaşamış bir düşünürün tıp kitabı telif etmesi onun pratikte de tıpla uğraştığı anlamına gelmemektedir. İslam dünyasında oldukça yaygın olan pratikte tıpla uğraşmaksızın tıpla ciddi olarak ilgilenmenin en ciddi örneğini Firdevsü’l-hikme’nin yazarı, İbn Rabben et-Taberî temsil etmektedir. Müslüman tıpçıların bir yöntem değişikliğine giderek teorik tıp ile pratik tıbbı bir araya getirme gayretleri ancak Ebubekir Râzî ve sonrasında ortaya çıkmıştır.

Mesâlihu’l Ebdân ve’l-Enfüs

Kitabın ismi, müellife aidiyeti noktasında şüphe bulunmamaktadır. İbn Nedim, Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Beyhaki, Yâkût el-Hamevi gibi kaynaklar Mesâlih’ul Ebdân ve’l-Enfüs’ün Ebû Zeyd el-Belhî’ye aidiyetinden söz etmektedirler. Kitapla ilgili olarak bilinmeyen hususlardan birisi kitabın yazıldığı tarih ve yerdir. Buna ilaveten kitabın Belhî’nin eserlerinin kronolojisindeki yeri de bilinememektedir. Belhî’nin tıp alanındaki tek eseri olan Mesâlih, tıbbın zihinsel rahatsızlıkların tedavisiyle uğraşan değişik ve çeşitli dallarını, zihinsel durumların bedenle ilişkileri ile birlikte bir arada ilk inceleme teşebbüsüdür. Mesâlih, İslam tıp yazımının başlangıç dönemlerindeki eserlerin önemli bir örneğini teşkil etmekte ve sağlığın korunması (hıfzu’s-sıhha) düşüncesini yansıtmaktadır. Kitap, sağlığın muhafazası konusunun tek bir kitapta müstakil olarak işlemesi bakımından İslam tıp tarihinin ilk örneklerinden birisidir. Zira pek çok kitap bu konuyu diğer tıp konularına ekleyerek tıp ansiklopedileri bünyesinde incelemekteydi. Dolayısıyla Mesâlih’in hıfzu’s-sıhha konusuna hasredilmiş ilk Arapça kitap olduğunu söylemek mümkündür.

Kitap ayrıca psikolojik sağlıkla ilgili konuların kendisinde toplandığı ilk tıp kitabı olma özelliğini de bünyesinde barındırmaktadır. Belhî çeşitli yerlerde kitabın amacının bedenin ve nefsin sağlığının korunması (hıfzu’s-sıhha) olduğundan söz etmekte, Mesâlih’in hastalığın tedavisi ve sağlığın tekrar kazanılması ile ilgili olmadığını söylemektedir. Bu durum aynı zamanda Grek tıp mirasına kıyasla sağlığın korunmasına daha çok önem veren Arap-İslam tıp düşüncesinin de ana yönelimini temsil etmektedir. Belhî’nin kitabında ortaya çıkan en önemli özellik, kitabın tasnif ve tertibindeki güzelliktir. Kitabın ikinci bir özelliği bütün bilimsel malzemeyi ihtiva etmesidir. Kitabın üçüncü özelliği konuları güzelce ve anlaşılabilir bir şekilde sunmasından kaynaklanmaktadır.

 

Kitap birinci bölümü bedenle diğeri nefsle ilgili iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmın konuları arasında bedenin korunmaya olan ihtiyacı, insanın tabiatı ve organları, ev, su, hava gibi insan ihtiyaçları, insanın sıcaklık ve soğukluk karşısındaki durumu, yeme, içme, uyuma konusunda dikkat edilmesi gereken hususlar ile müzik dinleme konularından bahsedilmektedir. Belhî’nin eserinin birinci kısmında ortaya çıkan özellik bu kısmın didaktik üslubudur. Bu kısım, kısa ve açık bir şekilde ve sağlığın korunması ilminin genel ilkelerine işaretle yazılmıştır. Bu bölümün en önemli konularını, Belhî’nin ev, su, hava gibi şeylerin sağlığının muhafazası yoluyla insanın içinde yaşadığı çevrenin sağlığının korunmasına ve çevrenin standartlarının nasıl olmasına yönelik görüşleri teşkil etmektedir.

 

Kitabın ikinci makalesinin konularını ise nefsin faydasına olan şeyler, nefsin sağlığını koruma ve kaybedildiğinde tekrar kazanma yöntemleri, psikolojik hastalıklar, öfke, korku, hüzün, nefsin baştan çıkarma çabalarını savuşturma yolları gibi konular teşkil etmektedir. Belhî’nin kitabının asıl önemi ve ayırt edici vasfı da zaten ikinci kısımdadır. Belhî’den önce hiç kimse psikolojik tıbbı ve psikolojik sağlığı tıbbın bir dalı yapmamış, aynı zamanda ona diğer tıp dalları içinde müstakil bir yer tayin etmemiştir. Aynı zamanda hıfzu’s-sıhha ilmini diğer metafizik ilimlerden ayırarak ona uygulamalı bilim karakterini kazandırması tıp ilminin gelişimi bakımından tarihsel bir öneme sahiptir. Bedende ortaya çıkan psikolojik kaynaklı durumlar hakkında da ilk konuşan kimse olan Belhî’nin psikolojik rahatsızlıkların sebeplerine yönelik düşünceleri bugün bu türden hastalıkların sebepleri hakkındaki görüşlerle paralellik arz etmektedir. Belhî bu noktada insanın bedenine olduğu kadar nefsine de hastalıkların arız olduğunu ifade etmekte ve nefsin faydasına olan şeylerin de gözetilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Belhî beden ve nefsin birbirine etkisini vurgulayarak insana hem beden hem de nefs cihetinden bakılması gerektiğini, böyle yapılmadıkça sağlığın tam anlamıyla korunamayacağını düşünmektedir.

 

Sağlığın yeniden kazanılmasından çok korunmasına verdiği önem, İslam tıbbının ayırt edici bir özelliği olarak gözükmektedir. Mesâlihu’l-ebdân ve’l-enfüs bu yönden önemli bir örnek teşkil etmektedir. Belhî bu eserinde sunduğu çerçeveyle bir taraftan kitabın Hipokrat ve Galen’in görüşlerinin basit bir iktibası olarak algılanmasının önüne geçmiş, bir başka taraftan da kendisinin muasırları olan Taberî ve Râzî’nin eserlerinde sağlığın korunmasına yönelik yazdıklarından daha geniş bir kurguya ulaşmıştır. İbn Sina’nın da Belhî’nin yazdıklarından istifade ettiği anlaşılmaktadır.

 

Buna ilaveten Belhî’nin yaptığı şeylerden birisi de, tecrübe ve tıbbi deneyime dayanan şeyleri çokça zikretmesi, sonra da bunları ahlât teorisiyle bir arada düşünebilecek şekilde yorumlar yapmasıdır. Bu yöntem, Ebubekir Râzî ve sonrasındakilerin pratik tecrübenin teorik istidlâlin önüne alınması noktasında yaptıkları için bir kilometre taşı mesabesindedir. Belhî’nin anlatısının özellikleri arasında kısalık, kolaylık ve genel teorik taksimlerden kaçınmak, faydalı pratik şeylere odaklanmak gibi hususlar bulunmaktadır. Belhî ayrıca hastalık ve belirtilerden de bahsetmemiş, sağlığın korunmasıyla ilgili olan ve insan hayatı için zorunlu olan sebeplere işaret etmekle yetinmiştir.

Kadim Çinliler, Mısırlılar ve Yunanlılar psikolojik hastalığın şeytanın dokunmasına bağlı olduğunu düşünüyorlar, iyi ve kötü ruhların yayıldığına, tabii, sosyal ve ferdi olaylardan sorumlu olduklarına inanıyorlardı. Onlara göre bunun tedavisi de okuyup üfleme ile olurdu. Pisagor ve Hipokrat ise psikolojik rahatsızlığın tabii sebeplerin neticesi olduğunu düşünmekteydiler. Platon ise psikolojik hastalığın organ ve huylarla ilgili olduğunu düşünmekteydi. Aristo da psikolojik amillerin etkisini tartışmıştır. Diğer Yunan ve Romalı tıpçılar da ana hat itibariyle Hipokrat’ı takip etmişlerdir. Galen ise psikolojik rahatsızlığın ya yara gibi organlarla ilişkili ya da korku, ekonomik sıkıntı gibi psikolojik sebepleri olduğunu düşünüyordu. Yunan ve Roma medeniyetlerinden sonra büyü ve sihirbazlık özellikle Avrupa’da geniş bir şekilde yayılmış, kâhinler artmıştır. Bu süreçte toplumsal histeri denilen şey de yaygınlaşmış durumdaydı. İnsanlar okuyup üfleyerek şeytanları toplumdan kovmaya çalışıyorlar, sokaklarda koşturup duruyor, dans ediyor, elbiselerini parçalıyor ve birbirlerine kılıçla vuruyorlar, tüneller kazıyorlar, içki içiyorlardı. Bunların hepsini kötülüklerin yaratıcısı olduğunu düşündükleri şeytanı kovmak için yapıyorlardı. Aynı dönemde İslam medeniyeti ise en parlak dönemini yaşıyordu. Tıbbın gelişmişliği o dönemdeki bu parlaklığın tezahürlerinden birisiydi. Belhî’nin Mesâlih’i hicri dördüncü asrın başlarında böyle bir zaman diliminde ortaya çıkmış ve bu medeniyetin insanı bedenen ve ruhen nasıl koruyup gözettiğini ifade etmeyi amaçlamıştır. Psikolojik sağlıkla ilgili meseleler de Belhî’den önce herhangi bir tıp kitabında güzel bir şekilde ele alınmış değildi. Belhî’nin psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde takip ettiği metot konusunda hocası Kindî’den, özellikle de O’nun el-Hîle li-defi’l-ahzân kitabından istifade ettiği görülmektedir. Belhî’den sonra ise Ebubekir Râzî’nin et-Tıbbü’r-Rûhânî’de, İbn Sina’nın el-Kânûn’da psikolojik sağlıkla ilgili pek çok meseleye yer verdikleri görülmektedir. Her ne kadar bugün psikolojik tıp sahasında yeni tedavi yolları gelişse de bunların hepsinin kökleri Belhî’nin Mesâlih’inde bulunmaktadır.

 

Mesâlih’in bir diğer dikkat çekici özelliği, genel teorik çerçeve ve belirlemelere rağmen tabiat ve mizaç itibariyle oluşan farklılıkları, bireysellikleri dikkate alan bir beden-ruh sağlığı algısını belirgin bir şekilde vurgulamasında yatmaktadır. Belhî, dört unsurdaki ve mizaçtaki farklılaşmalara bağlı olarak ortaya çıktığını düşündüğü bu farklıları hemen hemen bütün konularda dikkate almakta, yaptığı tavsiyelerin her bir insan, tabiat, vakit, durum, yaş, bölge, coğrafya için mutlak olarak genelleştirilemeyeceğine dikkat çekmektedir. Belhî bu noktada her bir insanın kendi tabiatına ilişkin idrakinin öneminden söz etmektedir.

 

 Ebu Zeyd el-Belhî ve Entelektüel Kişiliği

Horasan’lı bir filozof olan ve felsefe, tarih, coğrafya, tabiat ilimleri, matematik, astronomi, tıp, ahlak, psikoloji, siyaset, kelam, tefsir gibi alanlarda çeşitli eserler vermiş çok yönlü bir kişilik olan Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl el-Belhî de (ö. 322/934) İslam tıp tarihinin parlak ve olgunluk döneminde yaşamıştır. Belhî’nin yaşadığı hicri üçüncü asrın son çeyreği ile hicri dördüncü asrın ilk çeyreği, siyasi açıdan Abbasi devletinin zayıfladığı ve siyasi karışıklıkların olduğu bir döneme, düşünsel açıdan ise felsefi ve akli ilimlerin İslam dünyasına girdiği döneme tekabül etmekteydi. Belhî’nin muasırı olan ve kendileri de tıpla ilgili çeşitli eserler yazmış olan İbn Rabben et-Taberî, Yuhanna b. Maseveyh, Yakup el-Kindî, Huneyn b. İshak, Sabit b. Kurre, Kusta b. Luka, Ebubekir er-Râzî gibi isimler de tıpçı bilim adamlarının oranın da hayli fazla olduğu bu dönemde yaşamışlardı. Belhî, Kindî’nin öğrencisi olmuş, İbn Feriun, Ebubekir er-Râzî, Ebu’l Hasen elÂmirî gibi isimlere de hocalık yapmıştır.

Başlangıçta dini ilimler tahsil eden Belhî’nin düşünsel hayatı hocası Kindî ile karşılaşmasının ardından çeşitlilik göstermeye başlamış ve felsefe, mantık vb. akli disiplinler de kendisinin ilgi sahasına girmiştir. Nitekim Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Belhî’den “hikmetin çeşitli dallarında doğunun efendisi olan bir kişi” olarak bahsetmektedir. Belhî’nin eserleri arasında yer alan Aksâmü’l-‘ulûm, Ahlâku’l-Ümem, İhtiyâru’s-sîre, el-Bedü’ ve’t-Târîh, Suveru’lekâlîmi’l-İslâmiyye, Kitâbü Şeraii’l-Edyân, Kitâbü Esmâillâh ve Sıfâtihi gibi eserler de onun çok yönlü kişiliğine işaret etmektedir. Fakat Belhî’nin eserlerinin neredeyse tamamının sadece ismi bilinmektedir. Bugüne ulaşan iki eseri, tıptaki tek eseri olan Mesâlihu’l-ebdân ve’l-enfüs ile coğrafya alanında yazdığı Suveru’l-ekâlîm’dir. Bunlara ilaveten bir de Ebû Hayyân et-Tevhîdî ile Fahrettin Râzî’nin kendisinden aktardığı bazı pasajlar bugün bilgimiz dahilindedir.

Belhî’nin hem düşünce tarzında hem de telif tarzında farklı alanları kendinde birleştirme gayretinde olduğu söylenebilir. Bunun ilk örneği, dönemin ana akım İslam düşünürlerinde de gözüktüğü üzere din ve şeriat ile felsefeyi uzlaştırma çabasıdır. Dolayısıyla her ne kadar kendisi hakkında bazı inançsızlık ithamları olsa da bunlar kendisini tanıyan kişilerce yalanlanmıştır. Mesâlih’de de görüldüğü üzere Belhî güçlü bir inanca sahip fakat hikmetin her türlüsünü aramayı kendine adet edinmiş bir insan olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefi düşünce bakımından Belhî’nin ağırlıklı tercihinin Aristo düşüncesi olduğu görülmektedir. İnanç açısından ise başlangıçta İmamiyye şiasının görüşlerini benimsemiş birisi olarak gözüken Belhî’nin düşünceleri sonradan değişmiştir. Fahrettin Râzî de Esmâü’l Hüsnâ şerhinde Belhî’nin mutezile ve filozoflar gibi sıfatları inkar etmediğini, onun hem isimlerin hem de sıfatların varlığını kabul ettiğini, dolayısıyla görüşlerinin ehli sünnetin görüşleriyle uygunluk arzettiğini zikretmektedir. Kitabın muhakkikinin de işaret ettiği üzere bazı yerlerde Belhî’nin sanki fiili tabiata nispet ettiğine dair imalar bulunmaktadır. Fakat bu ifadeler mecazi bir karakter taşımaktadırlar. Belhî bu gibi yerlerde tabiat lafzıyla cisimlerde mevcut olan ve cisimlerin kendisi aracılığıyla tabii kemallerine ulaştığı şeyi kastetmekte, tabiatı asla tabiatçı filozofların yaptıkları şekilde Tanrı’dan bağımsız  düşünmediği gibi filozofların yaptığı gibi Tanrı ile evren arasındaki bir aracı olarak da görmemektedir. Ona göre tabiat fiilin kendisine mecazen nispet edildiği bir sebepten ibarettir, hakikatte sebep olan ise Tanrı’dır.

“Horasan’ın Câhiz’i” olarak tanınan Belhî aynı zamanda edebi üslupla felsefi düşünceyi bir araya getirebilen nadir şahsiyetlerden birisi olarak da gözükmektedir. Yâkût el-Hamevî bu durumla ilgili olarak “En önde gelen üç üslup sahibi yazarın Câhiz, Ali b. Ubeyde ve Ebû Zeyd el-Belhî olduğu konusunda edebiyatçılar arasında ittifak vardır. Bunlar arasından kelimeleri anlamlarını aşan kişi Câhiz’dir; anlamları kelimelerini aşan kişi Ali b. Ubeyde’dir. Kelimeleri ile anlamları örtüşen kimse ise Ebû Zeyd’dir” demektedir.

Belhî’nin bir arada düşünme ve uzlaştırma gayretinde olduğu diğer iki alan ise, beden ile nefs başka bir deyişle tıp ile ahlaktır. Belhî’nin Mesâlihu’lebdân ve’l-enfüs başlıklı eserinde yapmaya çalıştığı bu uzlaştırma çabası tıp tarihi bakımından önem arzetmektedir. Bu anlamda O, “tıp ve ahlâkı aynı ilmî disiplin çerçevesinde birleştiren anlayışın da İslâm dünyasındaki öncüsü durumundadır. Belhî bu eserinde insanın ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık olmasından hareketle hem bedenin hem de ruhun sıhhat ve hastalık durumlarını incelemektedir. Nitekim kendisi, beden sağlığına dair yeterince kitap yazıldığı halde bu eserine gelinceye kadar ruh sağlığıyla ilgili kayda değer bir eser verilmediğinden söz etmektedir.

Belhî’nin tıpçılığı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Bunun sebebi onun pratikte tabiplik yapmayıp sadece teorik tıpla uğraşması gibi gözükmektedir. Bu sebeple İbn Ebî Usaybia da Belhî’yi müstakil olarak zikretmemiştir. Buna bağlı olarak İslam medeniyetinin özellikle tercüme döneminde yaşamış bir düşünürün tıp kitabı telif etmesi onun pratikte de tıpla uğraştığı anlamına gelmemektedir. İslam dünyasında oldukça yaygın olan pratikte tıpla uğraşmaksızın tıpla ciddi olarak ilgilenmenin en ciddi örneğini Firdevsü’l-hikme’nin yazarı, İbn Rabben et-Taberî temsil etmektedir. Müslüman tıpçıların bir yöntem değişikliğine giderek teorik tıp ile pratik tıbbı bir araya getirme gayretleri ancak Ebubekir Râzî ve sonrasında ortaya çıkmıştır.

Kaynakça: Belhi, E. Z. (2012). Mesalihu'l- Ebdan Ve'l- Enfüs (1 b.). (F. Özpilavcı, Dü., & N. O.-Z. Tiryaki, Çev.) İstanbul, Türkiye: Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı.

bottom of page