TESLİMİYETİN NAZARIYLA KAYGI
- Fatma Hanedan
- 9 Oca
- 2 dakikada okunur
Fatma Hanedan
(Bu yazımız, Genç Dergi'nin Eylül 2024 sayısında yayınlanmıştır.)
Velhasıl biz Müslümanlar için Cenab-ı Hakk’a ve oldurduklarına teslimiyet, aslı ile hem psikolojik ihtiyacımızın hem de manevi ihtiyacımızın bir nevi gıdasıdır. İçinde bulunduğumuz şifaya aç olan kaygı çağının, merhem gibi olan bu gıdaya ne kadar çok ihtiyacı var değil mi?

Günümüzde psikolojik danışmanlık başvurularında en çok “kaygı problemlerinin” yer aldığını görmekteyiz. Bu yüzden içerisinde bulunduğumuz zamana “kaygı çağı” demek; çok fazla absürt bir terim olmayacaktır. Maalesef ki küçükten büyüğe birçok insan, bu kaygı çağından farklı veçhelerle paylarını almaktadır.
Psikolojik danışmanlık hizmeti sunarken, bu konu hakkında dikkatimi çeken en önemli husus; insanların en çok elinde olmayan, istese de istemese de var ya da yok edemeyeceği olgulara yönelik kaygı duyduklarıdır. Bir danışanım, seansta endişeyi tarif eden gözlerine şu sözleri eklemişti: “Ya ölürsem?” Aslında soru ilk başta okunduğunda birçok kişiye kaygı uyandırmayacak kadar basit gelebilir. Zira bilmekteyiz yaşamak ve ölmek; insanın elinde, kararında, hükmünde olan şeyler değildir. Yaşamak ve ölmek, tamamen ilahi bir kaderle âdemoğlunun ömrüne taksim olmuştur. Fakat bu kişinin endişeyi harflendiren cümlesi; taşıdığı birçok kaygının kendisinde toplanmış bir havza gibi en genel tabirle oluşmuş ve kendisinin elinde bunu değiştirebilecek bir hakimiyeti sıfırlamıştır.
“Ya kanser olursam, ya çocuğumu kaybedersem…” gibi elimizde, hakimiyetimizde olmayan birçok olgu; bugün başına “ya” ifadesi eklenerek maalesef ki insanların en yoğun kaygıları haline dönüşmektedir. Bu kaygılar üzerinde bireysel danışmanlık süreçlerinde bilişsel yaklaşımlarla başarılı bir şekilde destek sağlanabilmektedir. Fakat ben bu konuda Müslüman bir toplumda, “teslimiyetin; farkındalığının, öneminin, psikolojik yönlü içeriğinin” bilinmesi ve anlatılmasının, önleyici bir hizmet olacağı kanaatindeyim.
Öyle ki Cenab-ı Hakk’a teslimiyet; cüzi iradenin bilincinde, kadere isyan içermeyen kabullenici bir yaklaşımı içermelidir. Dünya hayatının kimseye hayalindeki tüm yaldızları, tek tek yıldız gibi sunmayacağı kesin. Zaten, herkesin düşlediği her şeye tıpkı hayal ettiği gibi ulaşması, her zaman istikbalin insana istenileni getirmesi; bu imtihan âleminin nizamına aykırıdır.
Peki, teslimiyet içinde olmanın, kaygı üzerinde nasıl etkisi olabilir? Sualin yanıtına erişmek için evvela teslimiyetin içeriğindeki bazı nüansları öğrenmeliyiz. Teslimiyet, cüzi iradeyle bilinçli davrandıktan sonra olacak olanı tüm şekliyle kabul etmektir. Yani arzuladığımız ya da tedbirle engel olmak istediğimiz şeylere karşı elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra, olanı, bizi arzumuza ulaştırsa da tüm tedbirlerimizi yıkıp bizi korktuğumuza vardırsa da; isyansız bir hâl ile kabullenebilmektir.
Sizler kadar biliyorum ki, insanın her zaman muradına, isteğine ulaşamaması; mutsuzluk ve biraz da hüzün getiriyor. Fakat mutsuzluk ve hüzün, bizler için mutluluk ve sevinç kadar kıymetli olmalıdır. Çünkü hüzün, keder… insana imtihan içerisinde yaşamayı ve dahi mutluluğu, sevinci… anlamayı, tatmayı öğretir. İşte, bize göre olacak olanın hüzün ya da keder içinde olması; onu kabulü zorlaştırdığı için teslimiyeti de güçleştirmektedir. Halbuki dünya hayatında insan için mutlak bir mutluluk ve mutlak bir hüzün yoktur.
Bu teslimiyet nazarıyla kaygının, özellikle elimizde olmayan, cüzi irademizle dahi gayret gösteremeyeceğimiz, tedbir alamayacağımız o kaygının; düşünce ve duygu dünyamızdaki yeri gittikçe silikleşmeye başlar.
Velhasıl biz Müslümanlar için Cenab-ı Hakk’a ve oldurduklarına teslimiyet, aslı ile hem psikolojik ihtiyacımızın hem de manevi ihtiyacımızın bir nevi gıdasıdır. İçinde bulunduğumuz şifaya aç olan kaygı çağının, merhem gibi olan bu gıdaya ne kadar çok ihtiyacı var değil mi?
Eylül, 2024.






Yorumlar